AİHM’nin Hz. Peygamber’e yönelik hakaretin “fikir özgürlüğü”nün sınırlarını aştığına oybirliği ile hükmeden karar alması, özelde Avrupa’da yaşayan Müslümanlar genelde ise İslâm dünyası için bir “milat” olarak değerlendirilebilir.
AİHM, 25 Ekim’de önemli bir karara imza attı ve Hz. Peygamber’e yönelik hakaretin “fikir özgürlüğü“nün sınırlarını aştığına oybirliği ile hükmeden bir karar aldı. Karar, özelde Avrupa’da yaşayan Müslümanlar genelde ise İslâm dünyası için bir “milat” olarak değerlendirilebilir. Ayrıca bu kararın, Müslümanlar için, İslâm ve Hz. Peygamber’e yönelik daha sonraki benzer saldırılarda açılabilecek muhtemel davalar için bir “emsal” teşkil edebilme mahiyeti var.
Davanın aslı, 2009’da Avusturya’da verdiği bir seminerde Hz. Peygamber’e “pedofil” suçlaması yapan aşırı sağcı Elisabeth Sabaditsch-Wolff adlı bir kadın hakkında açılan davada Viyana mahkemesinin kadının hakaretini suç sayarak 480 avro para cezasının yanı sıra mahkeme masraflarını da ödemesi kararı vermesidir. Sabaditsch-Wolff hakaret içeren bu sözlerini İslam karşıtı-ırkçı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ)’nün gençlik kollarının düzenlediği bir seminerdeki konuşmasında yapmış, seminerde hazır bulunan (Müslüman) bir gazetecinin şikâyeti üzerine de olay mahkemeye taşınmıştı. Yerel mahkemenin aleyhine verdiği kararı Sabaditsch-Wolff, Viyana’daki üst mahkemeye taşımış ve 2011’de bu mahkeme de Wolff’u suçlu bulunca davayı AİHM’e taşımıştı. Gecikmeli de olsa AİHM nihayet kararını verdi ve Hz. Peygamber’e hakaretin İnsan Hakları Sözleşmesi’nin fikir özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesi kapsamında ele alınamayacağına hükmetti. Böylece AİHM, 2011’de Avusturya-Viyana üst mahkemesinin kararını yerinde bulup onaylamış ve dolayısıyla Sabaditsch-Wolff’u suçlu bulmuş oldu.
Kararla ilgili olarak Avrupa basınında bazı web-siteleri hariç pek haber-yorum yapılmamış olmasını da burada zikretmeliyiz. Karar şayet tersi yönde olsaydı, pek çok gazete ve tv’de haber-yorumlara konu olurdu.
Kararın gerekçesi dikkat çekici
AİHM’in, Avusturya mahkemesinin verdiği cezanın fikir özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesini ihlâl etmediğini söylemesi oldukça önemli. Ayrıca kararda Hz. Peygamber’e hakaret içeren bir saldırı olduğu ve bu tür saldırıların ön yargıları derinleştirip dinî özgürlükleri tehdit edeceği de vurgulanarak şu ifadelere yer verilmiş: “Mahkememiz (AİHM), yerel mahkemelerin (Viyana) kararını etraflıca ve en geniş bağlamda değerlendirmiş, verdiği kararda davacının fikir özgürlüğü ile başkalarının dinî özgürlüklerinin korunması arasındaki dengeyi iyi kuruduğu sonucuna varmıştır. Böylece Avusturya’da dinî özgürlükleri korumadaki meşru amacı da yerine getirmiştir. Dolayısıyla mahkememiz, İslâm Peygamber’ine yönelik şikâyet konusu ifadelerin objektif bir tartışmadaki tolere edilebilir-meşrû sınırları aştığı, ön yargıları arttırabileceği ve dinî barışı zedeleyebileceği konusunda yerel (Viyana) mahkemesinin uygun-yeterli (ikna edici) sebepler ortaya koyduğu sonucuna varmıştır.”
Bu ifadelerle açıklanan AİHM’in kararının, fikir özgürlüğünün mutlak-sınırsız olmadığı ve başkalarının dini özgürlükleriyle birlikte ele alınması gerektiğini göstermesi bakımından altı çizilmelidir. Kararda “fikir özgürlüğünün başkalarının dinî haklarını-özgürlüklerini ihlal edecek tarzda kullanılamayacağını vurgulanması bilhassa önemlidir. Zira son yıllarda Avrupa-Batı’da özellikle Müslümanlar söz konusu olduğunda fikir özgürlüğü genelde aleyhte yorumlarla sınırsızmış gibi gündeme ge(tiri)liyor, Müslümanların “dinî hak ve özgürlüğü” çifte standartlı tutumlarla pek itibara alınmıyordu.
Öte yandan bu olayın başat figürü olan Elisabeth Sabaditsch-Wolff’un aşırı sağcı-İslâm karşıtı ve hatta “siyonist” çevrelerle bağlantılı kimliği de dikkat çekici olsa gerek. Zira Sabaditsch-Wolff, Wilders başta olmak üzere, aşırı sağ-ırkçı figürler-grupların yanı sıra, İslâm karşıtı söylem-eylemlerde sıklıkla gündeme gelen Brigitte Gabriel’in kurucusu olduğu siyonist eğilimli “Amerika İle Dayanışma (ACT) örgütü ile de yakın irtibatlı biri. Dolayısıyla onun İslâm ve Hz. Peygamber’e dair saldırıları aslında ilk değil. Edward May’in kurucusu olduğu “Gates of Vienna (Viyana Kapıları)” adlı dünyanın en önemli İslâm karşıtı web-sitelerinden birinde de yazıları-görüşleri yer alıyordu. Bu sitenin bir özelliği de “Eurabië” adı verilen ve “Avrupa’nın Araplaşması-İslamlaşması”na karşı kampanyaların odağı olmasıdır. Bu kapsamda Müslümanlar, “arkaik bir din-kültürün temsilcileri olarak Avrupa değerlerine en büyük tehdit olarak görülmekte, Hz. Peygamber için de, tarihteki pek çok negatif niteleme güncellenerek kullanılmaktadır.
Suçlama yeni değil
Hz. Peygamber’e yönelik bu suçlamanın tarihi, İslâm’ın ortaya çıkışına kadar gider. İlk asırlarda Kilise Babaları, Ortaçağ-Latin, reformasyon ve oryantalistik dönemlerde bu suçlama Hz. Peygamber’e yönelik negatif imaj ve söylemlerin en belirginlerinden biri olmuştur. Burada da temelde Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile “küçük yaşta” evliliği özellikle öne çıkarılarak O’na “pedofil” suçlaması yöneltilir. Bu meyanda ayrıca Hz. Zeynep binti Cahş ile evliliği ve çok evlilikleri de gündeme getirilerek, “şehvetperest” olduğu suçlaması da sürekli tekrar edilmiştir. Bu vesile ile belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile olan evliliğine dair rivayetler bir bütün olarak dikkatli bir tetkike tabi tutulduğunda Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile evliliğe elverişli bir yaşta evlendiği söylenmelidir
Ne var ki, günümüzde Batı’da Ortaçağlarda kraliyet ailelerindeki küçük yaştaki evlilikleri hemen hiç gündeme getirmeyen, dahası geçtiğimiz yıllarda Katolik Kiliselerindeki rahip-rahibe ve kardinallerin başat rol oynadığı pedofil olaylarını görmezden gelen aşırı sağ-İslâm karşıtı gruplar, Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile olan evliliğini her fırsatta dillerine doluyorlar. 2012 yılında ABD’de yayımlanıp büyük olaylara neden olan “Müslümanların Masumiyeti filmi” ile Amerikalı yazar Sherry Jones’un The Jewel of Medina=Medine’nin İncisi ve The Sword of Medina: A Novel adlı tartışma meydana getiren spekülatif romanları, bu manada ilk hatıra gelenlerdir. Bunların arkası araştırıldığında son yıllarda İslam karşıtlığında bilhassa öne çıkan “ex-Müslümanlar (İslam’dan dönenler)” karşımıza çıkmaktadır. Danimarka’daki karikatürler, Charlie Hebdo, ABD’deki karikatür sergisi ile en son Hollanda’da Wilders’in ilan edip ardından meydana gelen olaylarla son anda iptal ettiğini duyurduğu “karikatür yarışması”nın da en önemli teması Hz. Peygamber’in “şiddet-terör yanlısı” ve “pedofil-şehvetperest” biri olduğuna dair çizimlerdi.
AİHM’in kararının anlamı
AİHM’in, duruşmada yer alan 7 hâkimin “oy birliği” ile aldığı bu kararının, son yıllarda alabildiğine artan Hz. Peygamber’e yönelik eylem-söylemleri frenleyici bir etkisi olabilir. Bu açıdan bakılırsa özellikle aşırı sağ grup ve partiler için bu kararın moral bozucu anlamı açıktır. Zira aşırı sağ grupların başını çektiği “İslamoenemia” diye de nitelenen İslâm düşmanlığının son yıllarda bilhassa Hz. Peygamber üzerinden yürütüldüğünü görüyoruz.
Karar ayrıca AİHM’in İslâm ve Müslümanlarla ilgili aldığı son dönemlerdeki en önemli-pozitif kararlarından biri olmasıyla da önemli olsa gerektir. Mahkemenin daha önce benzer davalarda, Yahudi-Hıristiyanlar’ın lehine bazı kararlar aldığı biliniyor. Mesela 1994 yılında verilen Otto-Preminger-İnstitut/Avusturya başvurusunda Hz. İsa ve Meryem’e yönelik olay ve devamında meydana gelen bazı olaylarda AİHM, mensup olunan inancın kutsal saydığı değerlere tahrik edici bir şekilde hakaret edilmesi sonucu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi ile güvence altına alınan inançlara saygının ihlâl edildiğine karar vermiştir. Ancak, bireysel bazı kararlar istisna edilirse, Müslümanların din özgürlüğüne dair bir karar, hatırladığımız kadarıyla pek alınmamıştı.
Öte yandan AİHM’in bu kararı Avrupa’daki bazı ülkelerde Tanrı’ya veya dine ait değerlere hakaret etmenin anayasal suç olmaktan çıkarıldığı bir zamanda almasının da altı çizilmeli. Buna göre dine ait kutsallara hakaret ile din mensuplarına hakareti ayrı tutulma eğilimi ülkelerde ağır basmaktadır. Mesela 2010 yılında Hollanda’da Wilders’in İslâm ve Hz. Peygamber’e hakaret içeren sözleri daha önce yargıya taşınmış ve mahkeme bir dine hakaret ile din mensuplarına hakareti ayırmış ve Wilders’in Müslümanlara değil de İslâm’a hakaret ettiğine hükmetmişti. Wilders ise bu kararı “Bu yalnızca benim için bir beraat değil, Hollanda’da ifade özgürlüğü için de bir zaferdir; artık İslâm’ı eleştirmek yasal olmakla kalmıyor, İslâm’ı alenen eleştirmek de mümkün” diye açıklamalarda bulunmuştu.
Dolayısıyla AİHM’in Hz. Peygamber’e hakareti açıkça suç sayan bu kararı önemli bir ilerleme olmanın ötesinde, sonrasındaki benzer saldırı ve hakaretler için bir “norm-içtihat” oluşturacak olması, benzer hukukî davalarda “emsal” teşkil edecek olması bakımından önemlidir. Bu itibarla Müslüman kurum, kuruluş veya şahıslar, İslâm ve Hz. Peygamber’e yönelik saldırı ve hakarete dair açacakları muhtemel davalarda bu karar temele alınacaktır.
Bununla birlikte, önemli bir ilerleme olsa da, AİHM’in bu kararına ileriye dönük aşırı manalar yükleme konusunda da “ihtiyatlı iyimserlik” içinde olmanın gerekliliğine de işaret etmeliyiz. AİHM’in bilhassa Müslümanlara dair kararlarında teo-politik konjonktürün etkileri her zaman mümkündür.
[Prof. Dr. Özcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]
Kaynak:AA