UTESAV’ın 40. Haliç Buluşması kapsamında düzenlenen programları dizisinin bu haftaki konuğu Bin Yılın Sonu 28 Şubat konusuyla İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Babacan oldu.
Online platform üzerinden gerçekleşen programımızda selamlama ve giriş konuşmasını yapan UTESAV Başkanı Mehmet Develioğlu, 28 Şubat’ın tarihin kara lekesi olduğunu, unutmamak için hatırlamak gerektiğini belirterek sözlerine başladı. Develioğlu “Zulüm ve işkence günlerinin başladığı 28 Şubat ile beraber 600 bin başörtülü öğrencinin eğitim hakkı engellendi, başörtüleri çıkartılması için ikna odaları kuruldu, İmam hatip okulları ve Kur’an kurslarının kapatıldı, öğrenci, kamu görevlisi, siyasetçi, gazeteci, işadamı, STK üyesi milyonlarca insan mağdur edildi.” UTESAV Başkanı konuşmasında öğretmeninden öğrencisine, esnafından tüccarına işadamına, ev hanımından eşi başörtülü olan 6 milyon kişinin fişlendiğine, 14 milyon meslek lisesi mezununun üniversiteye girmesinin engellendiğine, bir milyon kamu görevlisinin irtica iddiası ile hakkında soruşturma açıldığına ve görevden uzaklaştırıldıklarına ve tesbih, takke, seccade gibi dini sembollerin ve namaz kılmanın suç delili teşkil ettiğine değindi. Develioğlu, daha akla ve vicdana sığmayan suçlamaların üretildiği ve BİN YIL sürdürülmek istenen 28 Şubatı hatırlatarak, unutmayacağız ve unutturmayacağız diyerek sözü Abdurrahman hocaya bıraktı.
Doç. Dr. Abdurrahman Babacan konuşmasının başında 28 Şubat’ın siyaset, iktisat, sivil toplum, eğitim ve medya olmak üzere çok boyutlu bir askeri darbe olduğuna değinerek, birçok mağduriyetler ayağı olan 28 Şubat’ın Türkiye’nin darbeler tarihi içinde durduğu zeminin 27 Mayıs darbesiyle başladığını söyledi. Doç. Dr. Abdurrahman Babacan konuşmasında özetle şunlara değindi: “Türkiye’nin darbeler tarihine baktığımızda bu süreç, Geç Osmanlı döneminin modernleşmesinden itibaren silsile halinde gelen ve temelinde ordunun olduğu modernleştirici bir projenin son ayağını 28 Şubat’ın oluşturduğunu görüyoruz. Özellikle bu süreklilik çizgisini ifade etmemiz ve hala devam edip etmediği konusunu sorgulamamız gerekiyor.
28 Şubat devlet eliyle palazlandırılmış bir sistemdir.
Türkiye, 90’lı yıllarda Turgut Özal dönemiyle birlikte kalkınma merkezli bir Türkiye oldu. İyiye doğru giden ve Anadolu sermayesinin hareketlendiği bu dönem merkez elitin çıkarlarını zedelemeye başladı. Nihayetinde de Turgut Özal döneminin ‘restore’ edilmesi gerekiyordu bu da 28 Şubatçılara ihale edildi.
28 Şubat’tan önce ve sonra yaşanan iktisadi ve siyasi krizler içinde doğrusal bir ilişki vardı. Bu ilişki ağı siyasal, iktisadi ve medya üzerinde oturuyordu. 28 Şubat’a gelinen sürece kadarki dönemde tabiri caizse Türk milletinin ensesinde boza pişirilmişti. Banka hortumlamaları, medya ayağında toplumsal algı oluşturma çabası, kamu ihalelerinin medya patronları arasında paylaştırılması vs. o dönemde yaşanan tüm iktisadi, siyasi ve toplumsal krizler aslında 28 Şubat sürecinin taşlarını örüyordu.
1996 yılında rahmetli Necmettin Erbakan Başbakan olur olmaz denk bütçe, kobiler ve üretim merkezli Anadolu sermayesinin yeniden güçlendirilmesi meselesine ağırlık verdi. Bu dönemde çok yüksek ekonomik performans ortaya çıkmıştı. Bu durum sermayeyi elinde bulunduranlar tarafından beklenen bir durum değildi. Nihayetinde ise mevcut iyileşme, ekonomi politik zeminde Erbakan’ın sonunun getirilmesinde önemli bir etken oldu ve sonrasında da istifaya zorlandı.
İşin doğrudan siyasal tarafına baktığımızda Türkiye Özal döneminde 80’li yıllarla birlikte normalleşmeye doğru bir patikaya girmişti. Bu süreç bir paradigma değişiminin yaşandığı, yeni bir açılım dönemine girildiği bir süreçti. Ekonomik kalkınma, insan hakları açılımları, siyasal özgürlükler vs. Fakat 93 yılına gelindiğinde -ki 93 yılı örtülü darbe yılı olarak geçer- Özal’ın şaibeli vefatıyla birlikte merkez siyasal elitlerin restorasyon dönemine geçiş için uygun zemini bulduğunu görüyoruz. Bu dönemde birçok münferit ama birbiriyle ilişkisi yok denmeyecek olaylar silsilesi yaşandı. Adnan Kahveci’nin öldürülmesi, Kürt meselesinin dillendirilmesi, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Madımak otelinin yakılması, Başbağlar katliamı, Eşref Bitlis’in öldürülmesi, askerleri taşıyan otobüse PKK saldırısının yapılması ve askerlerin kurşuna dizilmesi, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da faili meçhul cinayetler ve yakılan köyler, Gazi Mahallesi olayları ile Alevi Sünni çatışmasına zemin oluşturulması vs. ile ‘Kahrolsun Şeriat, Türkiye laiktir laik kalacak!’ söylemleri de başlamış oluyordu. Yaşanan bu hadiselerinin hepsinin 28 Şubat’a giden ayak izleri olduğunu görüyoruz. Bu minvalde 28 Şubat’ın yaşandığı zamana bakacak olursak Dünya Soğuk Savaş döneminden çıkmışken ülke büyük bir soğuk savaş kurgusuna hapsolmuştu.
28 Şubat’ın orta ve uzun vadeye bakan tarafına baktığımızda meselenin burada kalmadığını belirtmemiz gerekiyor. Bin yıl süreceğinin söylenmesinde daha uzun vadede bir etki parametresi vardır. Bu darbe bir nesil kurgusu üzerinden yürüyen bir operasyondu. Buraya gelinceye kadarki sosyal zeminde Türkiye’de bir dindarlık algısı vardı bunu siyasal zeminde Erbakan hareketi taşıyordu. İşin entelektüel boyutunda İslami sosyolojinin ileriye doğru gelişimi mevcuttu. Anadolu’dan gelen çocuklar Türkiye’nin merkez üniversitelerinde çok iyi eğitimler alıyordu. İmam hatipler de bu durumun ideolojik değersel altyapısının işlendiği yerlerdi. Bu dönemde Fetullah Gülen’in ‘Altın Nesil’ tabirini kullanmasıyla birlikte başka menşeli bir dindar dinamiğin çıkarılarak uzun dönemde yaygınlaştırılması söz konusu olmuştu.
28 Şubat ile birlikte 8 yıllık zorunlu eğitimin gelmesiyle ilk, orta ve yükseköğretimin arasındaki hat kırıldı ve katsayı uygulaması getirildi, böylelikle dindar kesimin iyi üniversitelerde okuması engellendi. Kur’an kurslarına taban yaş zorunluluğu getirildi ve sonrasında başörtüsü yasakları geldi. Atılan bu adımlar sonucunda bir boşluk oluştu. Bu boşluğu devletin seküler talepleriyle dini hassasiyetlerin harmanlanıp yeni bir dini formun üretilmesiyle ortaya çıkan nesil dolduracaktı. Aslında FETÖ budur. 28 Şubat bağlamında FETÖ’nün oturduğu anlam zemini ve işlevselliği burada başlıyor. FETÖ’nün ‘Altın Nesil’ denilen nesli bu boşluğu fazla fazla doldurabilecek kapasiteye sahipti. 28 Şubatla oluşturulan yeni sistemle, devletin talepleri dışındaki dini formların oluşturulması engellenmiş oluyordu.
Bugün gelinen noktada bizler 28 Şubat’ı unutma ile hatırlama arasında bir yerdeyiz. Unuttuğumuzu söylemek haksızlık olur ama tam manasıyla anladığımız ve hatırladığımız noktasında da eksiklerimiz var. Eğer bir şeyi hatırda tutuyorsanız onun sizin zihin dünyasında karşılığının olması yönünde çalışmalar yapılması gerekiyor. Entelektüel ve sivil zeminde ortanın biraz altında gezdiğimizi söyleyebilirim. Bu manada yapılabilecek şeyler çok daha fazladır. Gelecek dönem kurgulaması açısından baktığımızda bugünün hem iş dünyası hem akademik camiası hem de yazar takımı tarafından iyi değerlendirmesi gerekmektedir.”
Erdemli Hayat Youtube sayfasından canlı olarak yayınlanan programımız katılımcıların katkıları ve soru cevap bölümüyle sona erdi.
Yayınımızı izlemek için linke tıklayabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=NYtqSONx0u0